12 Şubat 2014 Çarşamba

Ne yazık ki

 4 Şubat “Dünya Kanser Günü” idi.
Herkesin korkulu rüyası, çağın vebası, kanserin günü!
***
Gün ilan edilir de anma etkinliği yapılmaz mı?
Elbette yapıldı.
Dünya sağlık örgütünün verileri, çeşitli istatistikler, haberler paylaşıldı.
Röportajlar, konserler yapıldı.
Tüm bu etkinlikler, “kanser” hakkında farkındalık yaratmak, insanları bilgilendirmek içindi.
Emeği geçenlere teşekkürler…
***
Tarım toplumundan sanayi toplumuna,
Sanayi toplumundan bilgi toplumuna,
Bilgi toplumundan, bilgi ötesi topluma geçmek, pek kolay olmadı.
2 bin yıl kadar önce insanlar, güneşin ve yıldızların dünyanın etrafında döndüğüne inanırken,
Şu anda bilgi ötesi çağı yaşıyoruz. 
Binlerce yıllık bilgi birikimini, 70-80 li yıllarda olduğu gibi fasikül fasikül biriktirdiğimiz ansiklopedilerden değil;
İnternetten, sosyal medyadan öğreniyoruz.
Hem de birkaç saniye içinde… 
***
Mesela teknoloji sayesinde;
Her yıl, dünyada 13 milyon kişinin kansere yakalandığını ve 8 milyon kişinin hayatını kaybettiğini öğreniyoruz.
2030 yılına gelindiğinde, kanserli hastası sayısının, 75 milyona ulaşacağının öngörüldüğünü de...
Bilgi açısından eskisinden çok daha şanslıyız, çok daha hızlı ulaşabiliyoruz.
Her sabah onlarca televizyon kanalın da, sağlığımızı nasıl korumamız gerektiği ile ilgili programlar yapılıyor.
Uzman doktorlar, kanserden korunma yollarını, tedavilerini, detayları ile uzun uzun anlatıyor.
“Kansere yakalanmamak, kanserden korunmak için neler yapmalıyız?”
“Kanserden değil, geç kalmaktan korkmamız” konusunda telkinlerde bulunuyorlar. 
Kimimiz, uzmanları sadece dinlemekle kalmayıp, söylediklerini, harfiyen uyguluyoruz.
Kimimiz de “Aman canım, bana bir şey olmaz “deyip, fosur fosur sigara içip, kötü beslenmeye, strese girmeye devam ediyoruz.
Siz hangisisiniz? Bilmiyorum.
Bildiğim tek bir şey var: Ne kadar pimpirikli davransak ta,
Doktorların, sağlıklı kalmak için söylediği yapılması gereken şartları yerine getirsek te;
Yani sağlıklı beslenmeye gayret edip, spor yapsak, stresten uzak durmaya çalışsak bile;
Ne yazık ki, yediğimiz besinler, içtiğimiz su, soluduğumuz hava eskisi gibi doğal değil!
Teknoloji ilerledikçe, kirlendi ve bir an önce önlem alınmazsa, kirlenmeye de devam edecek.
Dolayısı ile bilinçli olmalı, havamıza, suyumuza, toprağımıza, daha fazla kirlenmemesi için sahip çıkmalıyız.




29 Mayıs 2013 Çarşamba

Sinek küçüktür ama!

Yaşadığımız toplumda;  kendisi küçük olduğu halde,

 

verdiği zararların büyük olduğunu betimlemek için söylenen bir Atasözümüz vardır:

 

“Sinek küçüktür ama mide bulandırır.”

 

Kendisi küçük olduğu, akla hayale gelmeyen her türlü kokuşmuşluğun üzerine

 

konduğu ve sebep olduğu ya da olacağı muhtelif mikrobik mevzular için kullanılır…

 

***

 

İstesek de, İstemesek de, tanıdığımız bu tür insanlar var mı hayatımız da?

 

Varsa eğer, bu insanların hayatımızda olmasına kim izin veriyor?

 

***

 

Derdim;  tanıdığım ya da sizin tanıdığınız bu tür insanları anlatmak değil…

 

Bu yazıyı yazmaya çalışırken bile hala bu çağda, sinek ısırığına maruz kalmaya

 

 anlam verememek…

 

***

Hemen her yazımda belirttiğim gibi,  hesapta, Avrupa kentinde yaşıyoruz…

 

Hesapta, büyükşehiriz…

 

Ancak, yaz geldi ve karasinekler, sivrisinekler, fink atıyor…

 

“Bu konuyu daha önce de yazmıştım” demek hiç hoşuma gitmiyor ama

 

ne yazık ki tablo bu…

 

***

 

Eğer pencere ve kapılarınıza sineklik taktırmadıysanız,

 

karasinek ve sivrisinekten nasibinizi almamanız mümkün değil.

 

Gerçi sineklikleriniz varsa da; kapıdan bacadan bir yerden, bir şekilde giriyor bu meretler.

 

Belki de geçen yıl, evinizin bir yerin de yumurtalarını bırakacak bir ortam buldular

 

ve zamanı gelince, ortaya çıktılar…  

 

***

 

Bir zamanlar, sinekle mücadele etmek için akşamüstü, mazot püskürtülürdü...

 

İnsan sağlığına ve çevreye zararlı olduğu anlaşılınca, bundan vazgeçildi.

 

Buna sıcak savaş deniliyordu.

 

O zamanlar alternatif olarak sunulan “Soğuk savaş neydi peki?

 

Sivrisineğin ya da karasineğin, kökü kurutulamaz mıydı?

 

Bu sorunun yanıtını kentimizi yönetenlere bırakıyorum…

 

 

***

 

Yılardır sivrisineklerin dişilerinin ısırdığını;

 

bunun sebebinin beslenme ihtiyacı değil, dişilerin erkek sineklerden farklı olarak,

 

taşıdıkları yumurtaları olgunlaştırmak için kandaki proteinlere ihtiyaç duyduklarını,

 

Bunun sebebinin ise, türünün devamı için olduğunu;

 

Özellikle de belli kan gruplarını daha çok sevdiğini okumuşsunuzdur.

 

***

 

Yakınlarda, California Üniversitesi Böcek Bilimcileri tarafından yapılan bir çalışmaya göre;

 

Sivrisinekler özellikle “nonanal aldehit” isimli kokuya ilgi duyuyormuş.

 

İnsan derisindeki steroid ve kolestorele tepki veriyormuş.

 

Bu nedenle kilolu ve kalp hastası kişiler, sivrisineklerin hedefi haline geliyormuş…

 

Habere göre Sivrisineklerin en sevdiği diğer kurbanlar ise hamileler ve

 

sarışınlarmış…

 

“Acaba çakma sarışınlar da buna dahil mi?” diye aklımdan geçmedi değil…

 

Ve ne yazık ki kilolu olmak, her zaman her yerde olduğu gibi yine bir dezavantaj olarak karşımıza çıkıyor.

 

Sinek küçüktür ama!

 

  

 

 

 

 

 

 

 

 

 

1 Ocak 2011 Cumartesi

İzmit'te 1 Ocak 2011 akşamüstü gezmesi

1 Ocak akşamüstü biraz dolaşmaya çıktım, her zamanki gibi kameram yanımdaydı.  Tulum sesiini duyunca o tarafa gittim tabi olarak.  Bu arkadaşlar ile orada tanıştım.   Artvin, Hopa, Rize kısaca karadenizli dostlar.  Onların ağzından deyişle bazı Gürcü ve Laz arkadaşlar bir araya gelip tulum ve Horon için bir araya toplanıyorlarmış.  Bu da onlardan biri.  Ben çok zevkle izledim, umarım siz de hoşlanırsınız.






15 Aralık 2010 Çarşamba

Brilliance of the Seas gemisi ile Ege Gezisi notları 2 ...Her sabah başka limanda uyanmak


Uğradığınız limanlar ve adalarda gördükleriniz adadaki yapılanma ve insan manzaraları nasıldı?
Saat 22.00 sularında muhteşem bir havi fişek gösterisi ile İstanbul’un ışıkları gözden uzaklaşırken güvertedeki eğlenceye katıldık. Kokteyl ve dansla denize açılmayı kutladık. Bütün gece süren yolculukta ne bir sallantı nede bir gürültü vardı.Sanki yüzen bir adada muhteşem bir otelde idik.Yolculuğumuzun ilk günü denizde geçtikten sonra ilk limana sabah 7.30 da Akdeniz’in mavi suları içinde Yunanistan’ın en davetkar yerlerinden biri olan Mykonos Adasına demir attık.

Brilliance of the Seas gemisi ile Ege Gezisi notları 1





*Özgür Kocaeli Gazetesi’nden Semahat Gün’ün Müzeyyen Topçu TAN ile yaptığı röportajdan alıntı.
Dişhekimi Müzeyyen Topçu Tan ve eşi Dr. Ömer Tan’ın Brilliance of the Seas (Denizlerin parıltısı) gemisiyle; İstanbul’dan başlayıp Yunanistan’ın Mykonos ve Santorini Adaları, Kuşadası ve tekrar İstanbul’a dönüş ile tamamlanan muhteşem seyahatini dinleyeceğiz.

14 Aralık 2010 Salı

Hepsi bir arada, hepsi 200 metre çap içinde.


İstanbul'lu olsun olmasın herkes Tophane'yi bilir.  Daha çok nargile kahvehaneleri ve kabadayıları ile.   Ne hikmetse tömbekileri Arap ülkelerinden gelen nargilelerin tüttürüldüğü o kahvehanelerden dönüşmüş cafe'ler ile özdeşleşmiştir bu semt. Aslen nargilenin,  ne Türk ne Osmanlı ile doğrudan bir ilişkisi de yoktur da, neyse.  Ben sizlere Tophane'nin başka yönlerini anlatmak istiyorum.  


Osmanlı'da toplar büyük, kubbeli, kagir, bol bacalı ve içinde su sarnıçları olan tophanelerde üretilirdi.  İstanbul'ul fethi sonrası Fatih Sultan Mehmet buraya Tophane-i Amire'yi kurdurdu.  Ve evet Tophane adı buradan gelmektedir.  Bina hala tüm ihtişamı ile duruyor ve hali, hazırda müze olarak düzenlenmiş durumda.  Bu ihtişamlı bina, Sultan 1. Mahmut tarafından 1732 yılında  yaptırılan Tophane meydan çeşmesine bakmaktadır.

13 Aralık 2010 Pazartesi

Neden yazıyorum? Blog'umun tanımı.

Her şehrin kendine has bir sesi ve rengi vardır.  Kör de olsa, sağır da olsa kalbiniz; yine de işler içinize.  Hele bir de duyarsız değilseniz etrafınızdakilere; sarmalayıp, alıverir sizi içine.  Gezdiğim tüm yerler hep bir iz bırakmıştır bende.  Şimdi onları yazıya dökmek istedim.  Öncesini ve sonrasını.  Umarım benim zevk aldığım kadar, sizler de zevk alırsınız.